Yumuşak olmak demişken gözümden beynime yol alan her şeyi yumuşatıcıyla işlediğimi düşünmeye başladım. Görüşüm odaklanmayı bırakarak bulanıklaşana kadar baktığım her sanat eseri, başım ağrıyana kadar gözlerimi kısarak okumakta olduğum her satırda yumuşak bir yastık arıyorum sanki, konforlu bir alan. Sonsuza kadar sığınmak için seçtiğim…
Sadede gel Adem, yeterince paragraf sorusu çözdük bugün ya. Şimdi işin kısa özü şu: Asla aynı satırları okumuyoruz. Aynı yazar, aynı yayın, aynı çevirmen, aynı kitap, aynı kağıt; yeterli değil, asla aynı satırları okuyamayacağız. Beyinlerimiz o kadar farklı çalışıyor ki asla benimle aynı çıkarımları yapamayacaksın. Yazarın koyduğu anlam mutlak anlamdır diyenler için kahredici bir haber değil mi? Yazarınız da bunun ahını çekiyor merak etmeyin. Yine de inanılmaz geliyor bana; bedenime girenlerin sayılarıyla obsesyonumu, başka işlevleri olan kırtasiye gereçlerinin bedenimde yaptığı değişiklikleri, kimden kime dönüşmek istediğimi anlatan satırlarımın bambaşka yorumlanabilecek olması kadar kederli bir şey var mı?
Doğrusu… Benim onların eserlerini yorumlayışlarımdan haberdar olsalar intihar edecek çok yazar var -bazıları zaten intihar ederek öldü, komik- ve bu yorumlarımın metni zenginleştirdiğini sadece ve yalnızca metni işlenmiş formunda görebilen roldeyken fark edebiliyorum. O yüzden başkalarının filtrelerinden benim eserlerimi öğrenmeye heveslenmeye çabalıyorum kendimi. Bir umut bununla barışacağım ve böylece dönütlerden daha fazla verim alacağım, siz de 'yanlış' da olsa anlamaya çalışırsanız tabii.
Gözlerime montelenmiş bu filtrelerden kurtulamamak yine de iğrenç değil mi ya? Sanatta konfor alanıma sıkışmışlık hissiyle baş başa kalmak… Sanatsal olmayanlarla etkileşime geçtiğimde benden hiçbir kırıntı bulamamak ve yalnızlığı iliklerimde hissetmek. Bu ülkede tabunun çocuğu olduğu hatırlatılmak. Oysaki ben bu toprakların en ünlü eserlerinde bile camın arkasını bir sırrın kapladığını ve sonrasında orada kendime baktığımı görebiliyordum. Tüm bunlar benim kafamda mı gerçekleşmişti? Evet, aynen öyle. Yazarın perdelerinin mavi olması yazarın toplumda kendisi olmaya çabalarken asla kabul göremediğini bilerek duyduğu hüzünden değildi, benim (oto)biyografisini okumaya erinmemden dolayı asla öğrenemeyeceğim sebeplerdendi; ve ben bu yorumumda ıssız bir adadaymışçasına yalnızım. Ve güneş gözlerimi yakmaya çalışırken gözlüğümü takıyorum, onu bile gerçek renkleriyle görmeyi reddediyorum. Böylece daha fazla zevk alabilirim.
Yine kendi delüzyonumda kalacağım, sorun yok; herkes aynısını yapıyor, herkesin algısı deli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder