21 Nisan 2025 Pazartesi

Belki de Kırılan Kalbimiz Değil Beynimizdir

Tek çabası saniyede bir defadan birazcık fazla atmak olup zamanının geri kalanını da sonraki atıma kadar kendini hazırlayabilmek için dinlenmeye harcayan kalbin duygulara zaman ayırabileceğini düşünmek bana garip geliyor. Vücudumuzda birçok organ ciddi işlere sahipken beynimiz ise vücudumuza gelen büyük bir kısmını ihtiyaç adı altında çalıp bunları atıştırırken intihara meyilli düşüncelere "kafa" harcayacak kadar işsiz. Aşk gibi işsiz bir duygu da ancak pembe bir cevizden çıkabilirdi zaten.


Belki gelip diyebilirsiniz ki "'Kalbim kırıldı.' sözü kişinin yaşadığı üzüntü veyahut hayal kırıklığının sağlığını, kalp atışını bile etkilemesinden gelmiştir; her ne kadar şu andaki kalp kırıklıkları pek de bunla alakalı olmasa da. Bu iki duygudan da en çok etkilenenin de kalp olduğu aşikar olduğu için hislerimiz kalbimizdendir." ancak ben buna katılmıyorum. Çünkü dediğim gibi beynimiz en işsizimiz, bir bebekten bile işsiz. Patron bebek misali vücuda istediği her şeyi zorla yaptırabilir. Nasıl ki bir bebek ağladığında bundan etkilenip yorulan tek bebeğin kendisi değil ayrıca ailesiyse bizim vücudumuz için de geçeli.


Vücudumuzun en olgununun da kalbimiz olduğuna ulaşabiliriz buradan ayrıca. Bebek beyne ebeveynlik yapıp, tüm duygusallıklarını çekip yine de her şeye rağmen mantıklı kararlar veren kalbimiz asıl 'beynimiz'dir. Bu yüzden beynimden ve böylece tüm duygularımdan kurtulmak için kalbimle işbirliği yapmaya çalışırım. Yine de korkarım ki bedenimiz denen sistem işlemek için duygulara ihtiyaç duyuyor olabilir. Yani eğer beynimden kurtulursam bile, bir ihtimal, başka bir organ bu görevi üstlenebilir, bu organ kalbim de olabilir. Peki ya bu sefer cidden kalbim kırılırsa yaşayabilir miyim? Zamanı olmayan bir kalp duygularla nasıl baş eder? Denemekten zarar gelmez bence, size de öneririm.

20 Nisan 2025 Pazar

My Sky

What would I do without my sky over my height

How could I see that life is longer, world is wider,

Love is brighter and not being myself is alright

On the stage, under the spotlights, my shaking hands are not rare, am I right?

For the first time I showed my real emotions, under the same roof I finally cried.

19 Nisan 2025 Cumartesi

Sorumluluk (ve Hak) Duygusunun Doğuştanlığı

İnsan hayata tutunmak için çabalarken sadece deneyimlerinden değil ayrıca çevresinde algıladığı şeylerden yararlanabilsin diye örüntü belirleme ve yorumlama kabiliyeti ile yaratılmıştır. Örüntünün ilerleyişi, sonlanışı ve kendi içinde kurduğu mantığın bireyin duyu ve o zamana kadar edindiği bilgileri tatmin edip etmemesi sonucu hissettiği duygu ona karşısına çıkan bu yeni deneyimi örüntü hazinesine ekleyip eklememesi gerektiğine karar vermesini sağlar. Sorumluluk ve hak duyguları ise bireyin kendini tatmin etmek için karşı karşıya kaldığı, bitmemiş veya yanlış bitmiş örüntüyü doğru şekilde sonlandırma isteğinden ibarettir.


Ancak ki çevresinden edindiği tek şey örüntüler olmadığı için birey çevresinden ayrıca örüntü kavramını nasıl yorumlaması gerektiğini de öğrenir. Eğer sizin için öğretici bir role sahip bir birey size, sizin bitmemiş olarak ya da yanlış olarak gördüğünüz bir örüntünün aslında tamamlanmış ve doğru olduğunu söylerse onun örüntü yorumlayışına alışmanız ve benzer yorumlayışları edinmeniz pek olasıdır.


Örneğin birey kendi elinde olan bir örüntüyü tamamlamadıysa ve bunu fark etmediği gibi çevresi tarafından örüntünün tamamlanmadığı söylenmiyorsa -ya da tamamlanmış gibi davranıyorlarsa- bu bireyin sorumluluk "duygusu" büyük ihtimalle gelişmeyecektir. Ya da birey kendisini ya da bir başkasını etkileyen bir örüntüde yanlışlık olduğunu fark etmediyse ve öncekinde de olduğu gibi çevresi bunu fark ettirmezse de hak "bilinci" gelişmeyecektir.


Bu örneklerden yola çıkarak sorumluluk ve hakkın sonradan öğrenilen bir şey olduğunu düşünebilirsiniz kısa bir süreliğine. Oysaki doğal ve 'sosyal'den arınmış bir ortamda kişi yanlış ve tamamlanmamış örüntüyü fark etmekte zorluk çekmeyecektir. Bunun sebebi insanların kendi türlerine karşı ve kendi türleri arasındayken göz yumma ve işlerini başkalarına yükleme davranışlarına başvurabilmesidir, yani doğal ortamda bu davranışları sergileyemeyecekleri için örüntü belirleme kabiliyetlerini en üst seviyede kullanacaklardır. Doğal ortamın sorumluluk hakkında insana sağladığı diğer bir iyi durum da bireyin kendi sorumluluğu olmayan şeyleri fark edebilip buna göre hareket edebilmesidir. Çevresinde ona dayatılacak olan ve ona ait olmayan, zorla değiştirmesi beklenen örüntülerden uzaklaşacak, gerçek ve önemli olan örüntülere gerekli zamanı ayırabilecektir.


Ama ne yazık ki doğal ve 'sosyal'den arınmış olarak kafamızda canlandırdığımız ortam günümüz insanının herhangi bir şekilde ulaşabileceği bir ortam değildir. Bu yüzden birey haklarının yenilmesiyle, kendi sorumluluğu olmayan şeylere zorlanmakla oldukça sık karşı karşıya kalmaktadır. Yine de birey tüm kabiliyetini kullanmaya, örüntüyü oturtmaya devam etmeli; çünkü belki de böylece doğal bir ortama sosyalden arınmadan da ulaşabilir ademoğlu. Bence buna ulaşmak hakkıdır hatta.

Kimim Lan Ben??? /confused

     Her an "E bu eleman kimdir yau?" deme isteği hissedebileceğiniz ihtimalini düşünerek size kendimi tanıtma gereği hissiyatı duyuyorum. Bu yüzden. . . Merhaba?

    Ben Adem Umut ancak onlineda Raindi, Sky, Felix isimleri bazı örnekleri olmak üzere birçok isim kullanıyorum. Eğer bu işsiz manyağınıza başka bir isim takmak isterseniz geri durmayın, hatta beni de haberdar edin. 

    Şu anda bu yazıyı yazdığım anda 11. sınıfa gitmekle beraber 16 yaşındayım. He/They pronounlarını kullanıyorum. Bu blogda şiirlerimi, denemelerimi, bazen sohbetlerimi ve her türden "Medya" (anime, kitap, dizi, film) yorumlarımı göreceksiniz.  

Hobilerim:

  • Enstrüman çalmak (Gitar, ukulele, keman, bağlama)
  • Şarkı söylemek veya dinlemek
  • Şiir, hikaye vb. yazılar yazmak
  • Ders çalışmak?!
  • Su içmek
  • İnsanlarla konuşmak

İlgi Alanlarım:
  • Pokemon
  • Digimon
  • Bleach
  • Kang Ha-neul (ağır fanıyım görebildiğiniz üzere)
  • Kpop/rap
  • Goth müzik
  • League of Legends
  • Overwatch



Bana ulaşabileceğiniz diğer sosyal medyalar:

-Instagram: @cizimcibirii ya da @inky_poet 
-Discord: cizimcibiri
-Twitter: @gjonssmiles
-Tumblr: @cizimcibiri



Normalleştirilen Nefret Hakkında

Bazı insanların hayatında nefret normalleştirilmiştir. Ancak bu normalleştirilen nefret kendilerine ait olan bir duygu değildir, kendilerine karşı gösterilendir. Belki toplumların doğası böyledir belki de biz kokuşmuşuzdur, bilemiyorum. Ancak bu nefret öyle normalleştirilmiştir ki ona karşı çıkmaya hakkımız yoktur. Onu görmezden gelmeye de hakkımız yoktur. Bize tanınan tek hak insanların nefretini azaltmak (Ya da başka bir deyişle odağını değiştirmek) için kendimizi değiştirme hakkıdır. Böyle bir durumda buna hak demek de hatalı kaçar aslında. Daha çok bir zorunluluktur bu. Çünkü kendini değiştirmek burada senden beklenen tek davranıştır.


İnsanın başkalarına olan nefreti normalleştirilmez. Birisi sana ne kadar kötü davranırsa davransın ondan nefret etmemen beklenir. Hatta bu kişi toplumun üstün gördüğü biriyse, kendini onu sevmeye zorlamalısındır. Böyle bir durumda aklına şu sorular gelir: Neden ondan nefret eden yok? Neden sadece ben nefret karşısında kendimi değiştirmek zorunda bırakılıyorken o istediği gibi davranabiliyor?.. Ben bunun sebebinin o sevmeye zorlandığımız insanların; kendilerini topluma nefretsiz, hatta tamamen nefretten arındırılmış bireyler olarak satması olduğunu düşünürüm. Toplum böyle birinden, isterse dünyanın en kötü kişisi olsun, nefret etme hakkın olmadığını söyler. Nefret edenleri de o kişiyi bozmakla suçlayacaktır. Sanki nefret etmemizin sebebinin zaten o kişilerin bozuk olması değilmiş gibi...


Nefret etmemizin katiyen yasak olduğu bir diğer insan grubu da bizi seven, bazen de sadece seviyor gibi görünen, insanlardır. Bu insanlar ne kadar korkunç, ne kadar iğrenç bir sevgi anlayışıyla nefes alıyor olursa olsun onlardan nefret etmemiz yasaktır. Çünkü toplumun aptalları, yani büyük bir çoğunluğu, sevginin zararlı türleri olabileceğini bilmez. Her türlü sevgiye şükretmeye zorlarlar. Düşününce, belki de bunun kaynağı da Tanrı inancıdır. İnançı insanlar söyleyip durur ya "Tanrı sizi seviyor, ona geri dönün, ona şükredin!". E bu Tanrı'nın sevgisi ne tür bir sevgidir? Karşılıksız şevgi mi, onun iyi olacağının bir kanaati var mı? Tanrısın sevgisi de çirkin olamaz mı? Bal gibi de olur. Ve bu sevgiye karşı vereceğin, sadece nefret değil, umursamazlık bile ayrı bir cezaya dönüşür hatta. Tamam diyelim bu, Tanrı bizi yarattı diye. Bizi yarattığı için Tanrı'dan nefret edemeyiz. Ama bu insanlardan nefret etmeye niye hakkımız yok? Bu onlara Tanrı muamelesi yaptığımız anlamına gelmez mi? Bence bu da şirk koşmanın tüm topluma ve kültüre işlemiş bir türüdür. Toplum da zaten eninde sonunda bir şekilde kendi "tanrı-insan"larını ortaya çıkaracaktır.